14 Temmuz 2013 Pazar

U20 DK Çok Şeydir Ama Her Şey Değildir

Ev sahipliğini üstlendiğimiz ancak değerini pek de bildiğimiz söylenemeyecek bir futbol şöleni sona erdi.Sezon devam ederken ekranlardan, yazdıkları köşelerinden ülkemizde futbolun gelişimi ve A milli takımın başarısızlığı üzerine ahkam kesenlerin turnuvaya olan ilgisizlikleri hiç şaşırtıcı değildi.Zira onlardan beklediğimiz bu ilgi onların asıl amacı olan "reyting" ile örtüşmüyordu.Yine de her şeye rağmen turnuva ile ilgili değerli analizler yapıldı ve yapılmaya da devam ediyor.Ben ise farklı ve ilginç bir noktaya eğileceğim.

Haber ile ilgili metin girin!.

Genç milli takımlar bazında yapılan her şampiyona öncesi daha önce o turnuvalarda yer almış ve sonradan yıldızını parlatan futbolcular tanıtım yazılarına ve afişlerine konu olurlar.Böylece turnuvanın ciddiyeti ve ne denli önemli olduğu vurgulanır.Evet öyledir; bu turnuvalarda ülkelerin en yetenekli, geleceği en parlak gençleri yer alır.Bu gençlerin birçoğu kişisel çalışmaları ve oynadıkları takımlarca doğru işlenmeleri halinde birer "yıldız" olurlar.Dolayısıyla kulüpler bu turnuvaları bir fırsat olarak görürler ve scoutlarını görevlendirirler.Ayrıca bu oyuncuların ilerleyen senelerde A milli takım seviyesine gelmeleri beklendiği için A milli takımın gelecek yıllardaki olası performansına ölçü kabul edilir.Bunun yanında çok tabii olarak hayal kırıklıkları da yaşanır.Genç milli takım kadrolarında yer alan ve çok şey beklenen gençlerin bu beklentiye cevap veremediği de sıkça rastlanan bir durumdur.Hatta 'oldu' - 'olmadı' kıyası yapıldığında 'olmayanlar' daha ağır basmaktadır istatistiklere göre.Bunun da muhtelif sebepleri vardır.Potansiyelinin yanlış yorumlanıp milli takıma alınması dolayısıyla boş beklenti, kişisel sepeler (zihinsel ve fiziksel anlamda yetersiz çalışma, mevcut yeteneklerinin üzerine koyamama) ve kulüp takımlarında doğru işlenmeme.

'Olan' ve 'olmayan' futbolculara kendi içimizden somut örnekler verecek olursak 2005 yazında Hollanda'da düzenlenen U20 Dünya Kupası'na bakabiliriz.Kadroda yer alan futbolcular arasında en üst seviyeye çıkanlar; Selçuk İnan ve Burak Yılmaz.İkisi de varolan yeteneklerinin üzerine koyan, zihinsel ve fiziksel anlamda azami gelişen oyuncular.İkisinin de bu gelişimi ders olarak okutulacak nitelikte.Hem kendi bireysel çabaları hem de onları bir elmas gibi işleyen, ilmek ilmek dokuyan zanaatkar hocalarının katkılarıyla futbolumuzun en önemli isimleri arasına girdiler.Bir de o kadroda yer alıp hayal kırıklığı yaratan, beklenen aşamayı kaydedemeyen isimler var.Gökhan Güleç, Ali Öztürk, Ergin Keleş, Uğur Uçar, Kerim Zengin gibi...

Bu örneklerden sonra dönelim esas mevzumuza.Bu yazının çıkış noktası ülkelerinin katıldığı U20 dünya kupalarında yaşı tuttuğu halde kadroda yer bulamayan ancak daha sonra parlayıp önemli bir isim haline gelen, A milli takıma kadar yükselen futbolcular.Bu araştırmayı yaparken 2003, 2005, 2007 U20 dünya kupalarını ele aldım.

BİRLEŞİK ARAP EMİRLİKLERİ 2003
Haber ile ilgili metin girin!.

Ajantin

Lisandro Lopez, Fernando Belluschi, Jonas Gutierrez, Pablo Batalla, Walter Montillo, Matias Silvestre, Gonzalo Bergessio, Maxi Lopez

İspanya

Santi Cazorla, Alvaro Arbeloa, Jose Antonio Reyes, Xabi Prieto

Brezilya

Dante, Felipe Melo, Fred, Michel Bastos, Jadson

Fildişi Sahili

Yaya Toure, Emmanuel Eboue

İngiltere

Michael Dawson

Almanya 

Heiko Westermann

HOLLANDA 2005
Haber ile ilgili metin girin!.

İspanya

Sergio Ramos, Nacho Monreal, Raul Garcia, Pedro Leon, Manuel Jurado, Roberto Soldado, Jesus Navas, Alvaro Negredo, Pablo Hernandez, Borja Valero

Brezilya

Hernanes, Diego, Hulk, Leandro Castan

Almanya 
Mario Gomez, Manuel Neuer, Aaron Hunt

İtalya

Montolivo, Giaccherini, Emiliano Viviano

Arjantin

Ezequiel Lavezzi, Cristian Ansaldi, Tiago Costa, Pablo Barrientos

Türkiye

Gökhan Gönül, Mehmet Topal, Giray Kaçar

Kolombiya

Jackson Martinez, Pablo Armero, Carlos Bacca

Japonya

Keusike Honda, Nagatomo

Hollanda

Wout Brama

Fas

Nabil Dirar

ABD

Geoff Cameron 

KANADA 2007
Haber ile ilgili metin girin!.

Brezilya 

Ramires, Luiz Gustavo, Fernando, Carlinhos, Diego Costa, Paulinho, Anderson, Jucilei

İspanya

Sergio Busquets, Pedro, Javi Martinez, Jose Callejon, Markel Susaeta, Benat Etxeberria

Arjantin

Nicolas Gaitan, Otamendi, Matias Suarez, Fabian Rinaudo

Nijerya 

Emmanuel Emenike, Vitor Anichebe

Japonya

Maya Yoshida, Takashi Iniu

Polonya

Robert Lewandowski

Yani sürekli değişen, kendini güncelleyen bir spor futbol.Bu sporda da sadece saf yeteneğiyle yetinenler, yerinde sayanlar değil bu değişime ayak uyduranlar, zihinsel-fiziksel olarak kendini geliştirme noktasında çaba sarfedenler, sürekli yeni bir şey öğrenenler, içinde bulunduğu futbol çağının saha içi-saha dışı normlarına ayak uyduranlar, hırslı ve azimli olanlar başarılı oluyor.

Cv'sinde genç milli takım olmayan genç futbolculara karşı olumsuz bir önyargı olabiliyor.Scoutlar da bunu bir referans kabul edebiliyorlar.Evet U20 çok önemli bir referans olabilir ama unutulmamalıdır ki bu sadece bir başlangıçtır...

11 Temmuz 2013 Perşembe

Saha İçi-Saha Dışı Sezer ve Eneramo Analizi

Taraftar nezdinde genel olarak olumsuz karşılanan Eneramo ve Sezer Öztürk transferlerini saha içi (teknik anlamda) ve saha dışı (maliyet dengesi ve yeni yapılanmaya uygunuk bağlamında) değerlendirmeye çalışacağım.



Sezer, Süper Lig'de ofansif yetenekleri (teknik kapasite, şut, pas ve driplingle dikine oynayabilme, anahtar pas, duran top kabiliyeti, farklı mevkilerde kullanılabilirlik) en yüksek yerli oyuncular sıralamasında adı üst sıralarda zikredilecek kalibrede bir futbolcu.Bir tık üste çıkamamasının nedenini ise Güntekin Onay çok isabetli bir tespitle ifade etti geçtiğimiz günlerde; temposuzluk.Sezer'in, Alman menşeili futbolcularda görmeye pek alışık olmadığımız biçimde yaşadığı fizik kondisyon ve tempo sıkıntısı herkese nasip olmayan yeteneklerinin üstüne koyamamasının en büyük nedeni.Ancak kendini yeniden kanıtlama hırsıyla birlikte Beşiktaş'ın yerli oyuncu kalitesini arttıracağı, geçen senenin büyük handikapı olan 'kulübe katkısı'nı olumlu yönde etkileyeceği pek de sürpriz olmaz.Bu işin teknik yönü lakin saha dışı açıdan değerlendirdiğimizde bu transferde birtakım garipliklerin olduğu gözüküyor.Bu transferin Önder Özen ve Bilic'in iradesi dışında geliştiği, başkan tarafından yapıldığı açıklandı.Daha önce yönetim, futbolcu transferi işini tamamen futbol direktörü ve teknik adama bıraktığını birçok defa beyan etti.Bununla birlikte Önder Özen'in de dile getirdiği üzere yönetimin bir 'marketing' transfer yapabileceği açıklandı.Bütün bu açıklamalar dahilinde bu transfer yeni yapılanmanın neresine koyulur, bu kocaman bir soru işareti.Başkan, bu kadar kısıtlı bütçeyle yola çıkılmışken, geçen yıl hem savunmada hem de hücumda en faydalı futbolculardan biri olan Hilbert'in 1.3 milyon € isteğine karşı rest çekilmişken, elzem olan kaleci transferinde 500 bin € için inat edilip satıcıyı usandırmışken iki yıldır forma giymeyen birine 1.5 milyon € vermeyi nasıl akıl etti?Anlamak gerçekten imkansız.

Eneramo yeni bir Youla mı?



Eneramo, Mustafa Pektemek, Ömer Şişmanoğlu ve Bilic'in "göndermeyeceğim" dediği Holosko artı Sinan Kurumuş.Bu tablo Almeida'nın gideceğine işaret ediyor.Almeida'nın sözleşmesinin son senesi.Büyük ihtimalle sözleşme uzatılmayacak ve 'fondan bize ne kalırsa kârdır' diye bakılıp satmanın bir yolu aranıyor.Onun boşluğu da ondan daha ucuz maliyetli, hemen hemen aynı sayıda gol atabilecek ve daha istikrarlı 'beleş' bir oyuncu ile doldurulmak istenmiş ve hocanın da izleyip onay verdiği Eneramo alınmış gibi duruyor.Mali açıdan bakıldığında mantıklı bir hamle gibi değerlendirmek mümkün.Peki saha içinde neler yapar Eneramo?

Büyük takım taraftarları, Anadolu takımlarından transfer edilen ya da gündeme gelen her forvet için "kontra topçusu, açık alan topçusu, yeni bir Youla" tarzı kelimelerin içinde geçtiği önyargı cümlelerini sıkça tekrarlarlar.Şimdi Eneramo'nun güçlü özelliklerini ve zayıf yönlerini ele alalım; yeni bir Youla faciası yaşatır mı? sorusu üzerine beyin jimnastiği yapalım.Öncelikle geçen seneye ait bazı istatistiki verileri aktaralım;

Eneramo kaleye atılan şutlarda 103 şut ile Burak'tan(109) sonra Uche(103) ile birlikte ikinci sırada yer alıyor.

Gol girişimleri; Eneramo(202), Sow(200), Necati(195), Uche(193), Bobo(190), Webo(189) Burak(180), Nobre(173)

Maç başına topla oynama (%); Nobre(48.99) Eneramo(41.75), Sow(41.73), Bobo(41.65), Necati(40.23), Webo(39.24) Uche(38.96) Burak(37.53) 

Rakip ceza alanı içinde ve çevresindeki aksiyonlar(top kontrolü, şut, pas, top sürme, orta ); Eneramo(706), Uche(688), Bobo(662), Sow(649), Webo(641), Nobre(532), Burak(503), Necati(457)

Defansif hareketler(kesme, bozma, uzaklaştırma, sahipsiz topu alma); Webo(102), Nobre(92), Eneramo(85), Bobo(75), Sow(57), Uche(56), Burak(52), Necati(40) 

Rakip alanda top kaybı; Bobo(222), Uche(203), Eneramo(194), Webo(161), Sow(151), Burak(130), Necati(124), Nobre(116)

Eneramo'nun olumlu diyebileceğimiz özellikleri;

Eneramo 1.87'lik boyu ve iri cüssesi ile muazzam bir fiziki güce sahip.Bu "iri cüssesine nispetle" hızı, çabukluğu ve atletikliği oldukça iyi.Zaten Eneramo'nun saha içinde yaptığı olumlu işlerin kaynağı bu fiziksel özellikleri.Yere sağlam basan Nijeryalı forvetin, teknikten ziyade fiziki melekelerinin getirileri sayesinde fena sayılmayacak top sürme(dripling) yeteneği var.En azından bu konuda 'topu eline versen süremezgiller' kabilesine mensup Almeida'dan çok daha iyi.Statik/durağan bir oyuncu değil Eneramo; sürekli boşa çıkar, top ister, "oyna bana" der.Yerden ve havadan gelen topları iyi yumuşatır ve saklar.Ceza alanı içinde ve çevresinde rakibe sırtını sürekli yaslar top alır; ya tek topla iyi duvar olup ikiye bir yapar ya da dönüp servis yapar, şut atar.Bu özelliği sayesinde geçtiğimiz sezon Erman, Pedriel, Grosicki ve Atıf'ı birçok pozisyona soktu.Yıpratıcı özelliği sayesinde savunma oyuncularının dengesini bozar, gücüyle markajdan kurtulur ve demarke pozisyonda topla buluşur çoğu zaman.Eneramo savunma arka koşuları da yapan bir forvet.Bu bir forvet için her zaman iyi bir özelliktir.Zira savunma oyuncuları bu tip oyuncuları sevmez ve zorlanırlar.Onların mücadele etmekten en çok haz ettikleri forvet tipi sağa-sola fazla deplase olmayan, hareketsiz, durağan oynayan; havadan ve yerden savaşabilecekleri forvettir.Ancak sürekli hareket halinde olan ve stoperleri gezdiren, savunma arkasına koşular yapıp arkasından koşturan forvetler stoperlerin dengelerini bozarlar, bezdirirler ve hata yapmalarına yol açarlar.Eneramo maç içinde bunu da sık sık yapan bir forvet.Çok şut dener ve uzun şut tehdidi de vardır.Bir başka önemli özelliği ise hava topu hakimiyeti ve kafa vuruşu yeteneği.Saydığımız bütün fiziksel özellikleri sayesinde Eneramo stoper kendisine yapışmışken dahi kafa vuruşu hem de iyi kafa vuruşu (darbeli) yapabilen bir isim.Bir parantez açalım ve Almeida'nın bu konuda ligdeki en iyi santrafor olduğunu söyleyerek hakkını teslim edelim.

Eneramo'nun olumsuz diyebileceğimiz özellikleri;

Eneramo net "golcü" değil.Hem bitiriciliği/gol vuruşu çok iyi değil hem de golü koklayan, sezen zeki bir santrafor özelliği yok.Şutları genelde sert ve bilinçsizcedir.Görerek, bilerek uzak köşeye, yakın direğe vs. bıraktığı top yok denecek kadar azdır.Hücumda yert tutma, doğru zamanda doğru yerde bulunma konusunda ise ne iyi ne kötü diyebileceğimiz bir durumu var; yani bu konuda orta şekerli.Zaman zaman gereksiz topla oynama ve çabuk düşünme konusunda sıkıntılar yaşar.

Beşiktaş'ta ne yapar?

Eneramo'nun atabileceği maksimum gol sayısı 10-15'dir tahminimce.Üstü benim nazarımda sürpriz olur.Lakin Eneramo attığından çok attırır.Bu direkt asist şeklinde olmayabilir de yukarıda ifade ettiğimiz gibi savunmayı dağıtması, denge bozması, duvar olması, alan açması, karambol yaratması şeklinde olur.Maliyet-performans dengesi çerçevesinde Almeida'dan daha faydalı olacağı su götürmez bir gerçek.Güçlü, yıpratıcı, taklacı vs. siyahi bir santrafor oluşu tribünlerin sevgisini çabuk kazanması adına bir avantaj.Bu nedenle, ilk yaklaşım olumsuz olsa dahi taraftarın gönlünü kazanması çok zor olmaz.

Kafa karıştıran esas konu ise araştırma ağının çok geniş olduğu söylenen, 7 görevliden oluşan 'scout'/oyuncu izleme ekibinin detaylı çalışma sonrası alınabilecek bir santrafor bulamamış olması...

Not: Eneramo'nun oynadığı birçok Sivas maçını 90 dakika izlemekle beraber daha sağlıklı bir analiz yapabilmek adına geçtiğimiz iki yıldaki 40 civarı Sivas maçının geniş özetini izledim. 

6 Temmuz 2013 Cumartesi

"Ali İhsan"ların Harcanmaması İçin 'Pilot Takım'


Yaser Yıldız, Adem Büyük, Koray Şanlı, Orhan Gülle, Ömer Karancı, Oğuz Ceylan, Mehmet Erkut Şentürk, Hüseyin Cankurt Atasoy... bu isimler son yıllarda Beşiktaş'ın alt yapısından yetişmiş ancak yeteneklerinin, alt yapıda gösterdikleri performanslarının ve potansiyellerinin değerinin yeterince bilinmediğini düşündüğüm isimler olarak aklıma geliyor.Değerinin yeterince bilinmemesi konusunu açacak olursak; bu isimler "olurdu veya olmazdı" bu tartışılır ama zaten 'yetenekleri' sayesinde Beşiktaş alt yapısına dahil olmuşlar,  gerek Beşiktaş alt yapısının çeşitli kademelerinde gerekse genç milli takımlarda gösterdikleri başarılı performanslarla  "sağlam potansiyelli" olarak nitelendirilebilecek isimler.Bu isimlerin profesyonel sözleşme yapılma, A takımda idmana çıkma, sezon başı-devre arası kamp görme ve kiralık gittikleri takımlarda yeterince takip edilme, ilgilenilme gibi hakları benim nazarımda yaşam hakları kadar elzem. Son dönemde 'elden kaçan' Orhan Gülle(1992), Mehmet Erkut Şentürk(1994) ve Hüseyin Cankurt Atasoy'un(1994) ayrılış şekilleri "vah" dedirtecek cinsten.Üçü de ilgisizlik neticesinde profesyonel sözleşme imzalanmadan takımdan ayrılan isimler.Bilhassa Orhan Gülle A milli takıma da yükselerek "kaçan balık büyük olur" dedirtti. Orhan'ın Beşiktaş'ta oynarken Ümit milli takım kadrosundaki tek 'amatör'  futbolcu olması  neyle, nasıl açıklanır; anlayabilen beri gelsin.

Yukarıda ismini zikrettiğim isimlere bir yenisi daha katılmak üzere: Ali İhsan Şahin.Ali İhsan 1993 doğumlu bir hücum oyuncusu.Sağ/sol  ve merkez forvet oynuyor.Yeteneklerine ve teknik özelliklerin fazla girmek istemiyorum, bu konuda detaylı bilgiyi Mustafa abinin(Cartalete) buradaki yazısından okuyabilirsiniz.Ali İhsan 13 yaşında Beşiktaş alt yapısına girmiş, çeşitli kademelerde kaptanlık yapmış ve -TFF istatistiklerine yansımayanlar hariç-  98 maça çıkıp 44 gol atmış yine bir okadar da asist yapmış bir yavru kartal.Geçtiğimiz sezon başında 3.Lig takımlarından İskenderunspor 1967  takımına kiralandı.Burada 12 maçta forma giyip 2 gol attı.Devre arasında da İskenderun ile olan kiralık sözleşmesini kendi isteğiyle feshetti. İşte o Ali İhsan'la konuştum; 'bir dokundum bin ah işittim'.Ali İhsan ilgisizlikten, A takımda kendini gösterebilme fırsatı verilmemesinden oldukça şikayetçi.Ali İhsan'ın söylediklerini kısa kısa özetleyecek olursak;

"Geçtiğimiz sezon başında profesyonel sözleşme imzaladım.Ben Beşiktaş'ta kalmayı,  kampa gitmeyi beklerken bana "Ya İskenderun'a gidersin ya da tek başına idman yaparsın" dayatması yapıldı."

"Kulübe gelen teklifleri bana bildirmiyorlar; şans verilmediği gibi önümü de açmıyorlar."

"Geçen sene hakkımda çıkan 'kilolu' 'Samet Aybaba istemiyor' gibi haberler tamamen yalan.Ben fizik olarak her zaman hazır durumda oldum.Sahada gereken cevabı zaten veriyorum.Ayrıca Samet Aybaba ile yüzyüze bile gelmedim."

"Beşiktaş'ın sözleşmeli profesyonel futbolcusuyum ancak kulüpten benimle irtibat kuran kimse yok, kampa götürülmediğimi dahi internet sitesinden öğreniyorum."

"İskenderun'da şartlar çok kötüydü.Düzenli idman konusunda ve maddi konularda sıkıntı vardı.Maç başı ücretimden dolayı oynatılmadım ve sözleşmemi ilk yarının bitmesine dört maç kala feshettim."

"Kiralık bulunduğum sürece beni kulübümden takip eden kimse olmadı ve hakkımda herhangi bir rapor da yazılmadı.Bana da 'yetersizsin ya da Hoca istemiyor' tarzı hiçbir bilgi verilmiyor."

Ali İhsan'ın bu açıklamalarına benzer hayıflanmalar ayrılan diğer gençlerin ağzından da  haber  konusu oluyordu ama 'o kadar da değil!' diyordum.Lakin duyduğum bu cümleler sonrası Orhan, Erkut ve Hüseyin Cankurt'un ayrılmaları onlar açısından gayet anlaşılabilirken kulüp açısından durumun hiç de iç açıcı olmadığını gösterdi.

Pilot Takım



Önder Özen alt yapı konusuna ciddi anlamda eğiliyor.İmza töreninde ve daha sonraki basın toplantısında alt yapı ile ilgili mevzularda bilgi birikimi olduğunu ve göreve gelir gelmez bu konuda bir çalışma yaptığını sarfettiği sözlerle açıkça ortaya koydu.Tabii ki birtakım olgular "şıp" diye değişmiyor, zaman istiyor.Önder Özen'in bu zaman isteyen en mühim projelerinden birisi 'pilot takım' konusu.Kendisi BAL'dan bir takımla anlaşılacağını açıklamıştı.Bu takım Dikilitaş ya da Tekirdağspor olacak kuvvetle muhtemel.Tekirdağspor'un başkanlığına geçtiğimiz haftalarda Ahmet Nur Çebi'nin yakın akrabası Orhan Çebi seçildi ve şirket olarak sponsor oldular.

Peki pilot takımın getirileri neler olur?Evvela BAL takımının tercih edilme sebebinin 'maliyet' olduğunu belirtelim.Bu ligden alınacak bir takıma yapılacak yatırım ve antrenör, futbolcu katkısıyla birlikte bu takım kısa sürede profeyonel lige yükselecek ve daha sağlıklı sonuçlar vermeye başlayacaktır.

Pilot takımda, alt yapıda yetişen ( bugünü düşündüğümüzde Ali İhsan, Muhammed Demirci, Mertcan Aktaş, Kadir Arı, Ümit Karaal, Ömer Arslan, Muhammet Himmet vs. ) ve transfer edilip A takımda yer bulamayan genç futbolcular ( bugünü düşündüğümüzde Burak Kaplan, Sinan Kurumuş, Berat Çetinkaya, Günay Güvenç vs. ) değerlendirilebilir.Futbolcular burada rekabet ortamına alışırlar, baskı altında oynayabilmeyi; problem çözebilmeyi, karar vermeyi öğrenirler, alt liglerin sert, amiyane tabirle 'gaddar' yapısı nedeniyle fiziki mücadeleye ayak uydurup güçlenirler.( Bunlar A2 Liginde edinilmesi imkansız tecrübeler). Ayrıca pilot takımın yer aldığı ligin statüsünün izin verdiği sınırlar dahilinde "yatırım" yabancıları transfer etmek de mümkün olur.Örneğin; Pedro Franco üç yıl önce keşfedilip gözünün önünde pişebilir.Hem daha az ücretle transfer etmiş olunur hem de adaptasyon sorununu atlatmış bir şekilde takıma dahil edilir.Ya da ülkende düzenlenen U20 Dünya Kupası'ndan bir Ali Adnan, bir İskandarov, bir Aminu Umar, bir Geria bir Mossad Awad kumarı oynanabilir.Hem de hiçbir şey kaybetmeyeceğin bir kumar.Bunların dışında bir gözlem ağı getirisi de olacaktır.Aynı ligde mücadele eden takımlardaki yetenekleri daha yakından takip etme ve analiz fırsatı doğacaktır.Şener Özbayraklı, Veysel Sarı, Emrah Başsan, Salih Dursun, Özgür İleri gibi futbolcular değeri milyon euroları bulunca değil henüz alt liglerdeyken radara girer.

27 Haziran 2013 Perşembe

'Özen'le Seçilmiş Bir Teknik Adam Slaven Bilic


Bilic ile anlaşıldı haberleri gündeme ilk düştüğü anda bir tereddüt yaşamıştım.Zira o ana kadar -taraftar forumları dışında- adı geçen teknik adamlar(Bielsa, Schaaf, Prosinecki) arasında Bilic’in ismi yer almıyordu.Bu da beni Bilic’in ‘son ihtimal tercihi’, ‘mecburi istikamet’ olarak görüldüğü, dolayısıyla planlanmış bir tercih olmadığı kaygısına sevketti.Ancak Önder Özen’in yapmış olduğu açıklama bu kaygımı bertaraf etti.”Yaklaşık dört gündür Split’de Slaven Bilic’in Beşiktaş’a gelmesi için görüşmeler yaptık.Beşiktaş’ta çalışma motivasyonunu gördük.Neticede önümüzdek periyotta planlarımız var.Bunları konuştuk.Herşeyi konuştuk.Karşılıklı değerlendirmelerde bulunduk.Lokomotif Moskova’dan ayrıldığı ilk günden beri Bilic’i almak istiyorduk ” Bu açıklama Biliç’in alelacele bir seçim olmadığını “Özen”li bir çalışmanın ürünü olduğunu gösteriyor.Ayrıca Bilic’in “pembe yalanlar” stratejisinin kazanımıyla gizli tutulduğunu da anlamış olduk.

Kritere Uygunluk

Önder Özen göreve geldiği andan itibaren teknik adam seçimi konusunda esas iki kriteri vurguladı.Ya belli bir yaş-tecrübe aralığında büyük başarılar kazanmış, kendini kanıtlamış bir hoca ya da genç ve gelecek konusunda potansiyeline inanılan bir hoca.Ben ikinci kritere uyan bir hocanın daha anlamlı olacağını düşünüyordum.Amacın, üstünde bir futbol direktörüyle çalışma noktasında gururdan uzak, yeniliğe açık bir proje hocası yakalamak olduğu yerde genç bir hocanın buna daha uygun olduğu kanısındayım.Başarısız görülebilecek Rusya kariyerine rağmen Wenger ve Lippi gibi hocaların yanında staj yapmış olması, Hırvatistan’da takdir edilen bir milli takım oluşturmuş olması hasebiyle “gelecek potansiyeli”ne inanılmasında çok garipsenecek bir durum yok.Bu genel kriterin içini açtığımızda “taktik veren, talimat veren , hem taktik hem de talimat veren” seçeneklerinden, hem taktik hem talimatverengiller familyasına daha yakın görüyorum Bilic’i.

Bilic’in Oyun Bilgisi, Saha İçi Formatı ve Dizilişi Üzerine



Bilic’i teknik anlamda tanımlayın deseler: topla arası iyi olan top tekniği yüksek oyuncuları tercih eden, hatlar arası yakınlığı esas alan ve sahadaki tüm oyuncuların oyuna katılımını ön gören hücumcu; mental olarak tanımla deseler: soyunma odası nüfuzu belli olan, saha kenarında maçı yaşayan, sözlü motivasyon bir yana hal ve hareketleri ile öğrencilerine ilham veren bir lider derim.

Bilic kendi deyimiyle, elindeki kadroyu sistemine uydurmaya çalışmaktan ziyade mevcut malzemeye en uygun sistemi yakalamaya çalışan bir hoca.Bu açıdan farklı saha içi dizilişleri tercih ediyor.Hırvatistan’da genellikle 4-4-2 formasyonunu uygularken Lokomotif Moskova’da ise daha çok 4-2-3-1 ve 4-3-3’ün çeşitli varyasyonlarını kullandı.

Hırvatistan milli takımında oyuncu tercihleri hep topu iyi kullanan, o sihirli nesneye bomba muamelesi yapmayan ayaklardan yana oldu.Beklerden forvetlere kadar bu böyleydi.Ve hep hareketli, topu verip boşa çıkan, kademe anlayışını bilen, yardımlaşma güdüsü yüksek oyunculara yer verdi.Zira bu Bilic’in yakın hat ve toplu hücum-toplu savunma anlayışı için elzemdi.Bekte Srna, Pranjic, Corluka, Strinic,  Vrsaljko gibi çift yönlü, topu kullanan bekler; sağ ve sol kanatta klasik çizgi oyuncusu yerine Rakitic, Kranjcar, Perisic gibi ofansif orta alan orijinli, çizgi üzerine hapsolmayan, sürekli sıfıra inmeye çalışmayan; içe kateden, pas trafiğine dahil olan, sorumluluk alan oyuncular; forvette ise statik, ekmeğini sadece hızı ya da sadece fiziğiyle kazanmaya çalışan hücumcular yerine Petric, Eduardo, Mandzukic, Jelavic, Olic  gibi topla haşır-neşir, dripling yapabilen, sağa sola deplase olan, arkadaşlarına ‘ben buradayım’ diyen, orta alana gelip pas alış-verişinde etkin rol oynayan topsuz oyunda da azami çaba gösteren oyuncular kullanması istediği oyun anlayışını yansıtmasına yardımcı oldu.Bunu tersten de okuyabiliriz; bu profildeki oyuncuların en olumlu cevaplar vereceği bir oyun sistemi oturtmayı başardı.Bütün bu oyuncu kadrosu ve taktik düzeni ile birlikte Hırvatistan, Bilic ile cesur, akıcı, kompakt, hücuma çıkışı ve savunmaya dönüşü hızlı bir futbol izlettirdi birçok maçta.Bilhassa milli takımımızla oynadıkları EURO 2008’deki maçta da İstanbul’da oynadığımız son maçta da maçın genelinde bizden daha ne yaptığını bilen, daha disiplinli ve daha olgun bir takım görüntüsü çizdiler.

Hırvatistan milli takımıyla oluşan bütün bu olumlu resim Bilic’in Lokomotif Moskova macerasına yansımadı.Rusya Ligi’ni yakından takip etmediğim için takımın oyun anlayışı ve saha içi görüntüsüne hakim değilim.Ancak okuduklarım ve duyduklarımdan sonra oluşan kanaat trajik bir tesadüfe dönüştü.Şöyleki Beşiktaş taraftarına son yıllarda takımı çalıştıran hocalardan yana en büyük şikayetiniz ne diye sorulsa, kuvvetle muhtemel çıkacak sonuç şu olurdu: “takımın ne oynadığını bir türlü anlamıyoruz, kaç ay oldu hala oturmuş bir düzen ve ideal bir 11 yok, sürekli denemelerle istikrarsız bir görüntü var”.İşte Bilic’in takımının aldığı eleştiriler de tam bu doğrultuda.  

Bilic'in Beşiktaş'ı ve Gençlere Bakışı



Geçtiğimiz sezon Beşiktaş, şampiyon G.Saray'ın(66) ardından 63 golle en fazla gol atan ikinci takım oldu.Şut isabetinde en yüksek oranı yakalayan takım da % 46.4'le Beşiktaş.Rakip ceza alana top gönderme(pasla, ortayla, driplingle) istatistiğinde de F.Bahçe'nin ardından ikinci sırada Beşiktaş.Yani Beşiktaş geçen sene hücumsal anlamda bir sıkıntı yaşamadı.Yenilen gollerde ise bunun aksine küme düşen takımlar seviyesinde bir sayı var.(50).Takımın en büyük zaafı hem bireysel hem de takım olarak savunma.Bilic'in kurmaylarıyla üzerinde durması gereken en önemli konu bu olmalı.Ne varki Bilic'in takımları savunma anlamında önplana çıkmıyor.Hırvatistan milli takımı da Lokomotif Moskova da onun yönetiminde yenilen gollerde 1 gol ve üstü ortalaması mevcut.Yani Bilic'in takımları atan ama aynı zamanda yiyen takımlar olmuşlar.Bu açıdan geçen sezonun Beşiktaş'ıyla benzeşiyorlar.Süper Lig'in takım ve oyuncu yapısı Bilic'in bildiğimiz hücumcu yapısına ters gelebilecek özellikler barındırıyor.Tek kuşkulu olduğum konu bu açıkçası.Schuster ile aynı kaderi yaşamasından korkmuyor değilim.Dayı'nın takımı da topa sahip olan, sürekli hücumu düşünen, zaman zaman bir hayli keyif veren bir takımdı lakin takım savunmasına yeterli özeni göstermemesi onu başarısız kıldı.Umarım bu noktada Önder Özen'in de müdahaleleriyle gerekli çalışmalar yapılır.

Transfer hedefleri arasında kaleci, stoper, önlibero, sağ bek, sol bek var.Forvet de olabilir deniyor ki olmalı.Sağ ve sol bek sorunsalı oldukça büyük.Yerli bek yok denecek düzeyde.Olanlardan biri bizde ancak ne zaman tam randıman alınacak düzeye gelir soru işareti.Eli ayağı düzgün beklerden biri olan Hilbert'e karşı tok alıcı moduna geçilmesine anlam veremiyorum.Hilbert bek olmasına rağmen geçtiğimiz sezon takımın hücum anlamında en verimli oyuncularından biri oldu.'Rakip ceza alanı çevresinde driplingle tehlike yaratma' istatistiğinde Fernandes'ten sonra ikinci sırada.'Orta alanda hücuma dönük paslarda topla buluşma' istatistiğinde Fernandes ve Olcay'dan sonra üçüncü sırada.Genel olarak ise hücumda pas, orta, topla buluşma, dripling gibi aksiyonlarda ise Fernandes'ten sonra ikinci sırada.Bütün bu ofansif verimliliğinin yanında "kendi ceza alanı çevresinde defansif hareketler"(uzaklaştırma, kesme, bozma) istatistiğinde de ilk sırada.Kısacası bana "neden Bilic'in Srna'sı olmasın?" dedirtiyor.

Bilic'in Fernandes ile ilgili Modricvari hayalleri olabilir.Eğer ikili orta alan kurgusunda olacak ise olmasın.Fernandes eski basan, ısıran, top kapan Fernandes değil.İkili merkez orta alanda faydasından çok zararı olur.Mevkidaşları arasında topsuz oyun performansı konusunda oldukça gerilerde.Koskoca sezon boyunca yaptığı faul sayısı 11, rakip atağı durdurma sayısı ise sadece 18.

Bu yazıyı yazarken Bilic'in kendi oyun felsefesi nezdinde Almeida'ya statik oluşundan, topla yeteneğinin kısıtlı oluşundan, dripling yeteneğinden nasibini almamış oluşundan dolayı olumlu bakmayacağını düşünüyordum ki ajanslara tam da bu yönde haberler düştü.Eğer doğruysa ki doğru olduğunu düşünüyoum son derece mantıklı bir hamle olur.

Slaven Bilic'in Hırvatistan U21 milli takımını çalıştırmış olması gençlerin yetenek dilinden anlama ve onlara yaklaşım konusunda hiç şüphesiz kendisine avantaj sağlıyor.Hırvatistan A milli takımına Corluka, Modric, Krancjar, Rakitic, Strinic, Lovren, Perisic, Badelj, Vida gibi isimleri 20'li yaşlarının henüz başında monte etti.Vrsaljko'yu 19 yaşında A milli takıma aldı.Lokomotif Moskova'da Miranchuk, Lystsov ve Lobantsev'i sadece 17 yaşında iken A takım kadrosuna aldı ve forma şansı verdi.21 yaşındaki Balyaev, 20 yaşındaki Ozdoev ve Podberezkin, 19 yaşındaki Burnash da A takımda kendilerine yer buldular.

Magazinsel Taraf

Bilic'in sıra dışı ve aykırı kişiliği; gitar çalması, küpe takması, takım elbise üstü beresi vs. ÇARŞI ile bütünleşmesini sağlayacaktır.Tribünün desteğini almak bir teknik adam için çok önemli bir motivasyon kaynağı olsa gerek.Maç sonunda sarılsalar da EURO 2008'de Fatih Terim ile maç içinde yaşadığı diyalog, Hırvatistan milli takımından yardımcısı olan Prosinecki'nin kendisinden önce istenilip alınamaması gibi durumlar önümüzdeki sezon tatlı rekabetlerin bir habercisi gibi.Son olarak Forzabeşiktaş forumundan bir üyenin yazdığı yorum ile bitirelim; "düşünsenize şampiyonluk kutlamasında Bilic gitar çalıyor biz de ona ritim tutuyoruz"...

30 Haziran 2011 Perşembe

Japon Pazarı

Uzak Doğu denince aklımıza ilk gelen ülkelerden biridir Japonya.Japonya denincede akla gelişmiş sanayi,bilim ve teknoloji gelir.Hiroşima ve Nagazaki gelir.Samuray gelir.Suşi gelir.Sumo gelir,karate gelir,judo gelir vs.Lakin bizim konumuz futbol.Japonya ve futbol kelimlerini bir arada düşündüğümüz zaman zihnimizde beliren şeylerde yok değil.Tsubasa gelir örneğin topun orta alana gelinceye kadar bir bölümünün sona erdiği çizgi film."Japon kale" gelir; sokak aralarında oynanan herkesin tek olduğu futbol oyunu.Bunlar bile Japonya'da futbola nasıl bakıldığının bir göstergesidir.

İlk profesyonel futbol ligini 1992 yılında kuran Japonya ilk ulusal turnuva tecrübesini 1995 Konfederasyon Kupası'nda mücadele ederek yaşadı.Üç yıl sonra Fransa 98'e katılarak dünya futbol sahnesine giriş yaptılar.Daha sonra sırasıyla 99 Copa America ve 2001 Konfederasyon Kupası turnuvalarında yer aldılar.2002 yılında Kore ile ortaklaşa düzenledikleri Dünya Kupası Japon futbolu için bir dönüm noktası oldu.1998 ve 2002 dünya kupalarından sonra Avrupa'ya transfer olan oyuncu sayısında sürekli artış yaşanmaya başladı.Miura ve H.Nakata gibi Fransa 98'den önce transfer olmuş isimler olsada asıl futbolcu ihracatı patlaması bu kupaların ardından gerçekleşti.Ono,İnamoto,Takahara,Nakamura,Matsui,K.Nakata,Okubo gibi isimler bu turnuvalar sonrası Avrupa'ya açılmış ve iz bırakmış futbolcular.2006 ve 2010 dünya kupalarınada katılan Japonya'nın Avrupa'ya futbolcu ihracatı her yıl biraz daha artıyor.Hali hazırda Avrupa'da forma giyen Japon futbolcu sayısı bir hayli fazla.Son dönemlerde Makoto Hasebe,Keusike Honda,Shinji Kagawa,Nagatamo,Uchida ve Marimoto gibi revaçta olan isimler mevcut.Önce Hasebe'nin Wolfsburg'a geçtiğimiz sezonda Kagawa'nın Dortmund'a şampiyonluk yolunda yaptıkları katkılar ve Honda'nın CSKA'da oynadığı göz alıcı futbol Avrupa takımlarının iştahını kabartmış durumda.Japon futbolculara en çok kucak açan ülke ise Almanya ve Hollanda.Zaten son olarakta Alman devi Bayern Gamba Osaka'dan Takashi Usami'yi,Utrecht'te Tokyo Verdy'den Yoshiaki Takagi'yi kadrosuna kattı.

Avrupa'da futbol oynayıp futbolu bırakmış ya da kariyerlerine ülkesinde devam eden Japon futbolcular;

Naohiro Takahara(Hamburg,E.Frankfurt),Hidetoshi Nakata(Perugia,Roma,Parma,Bologna,Fiorentina,Bolton),Junichi İnamoto(Arsenal,Fulham,WBA,Cardiff,Galatasaray,E.Frankfurt,Rennes),Shunsuke Nakamura(Reggina,Celtic,Espanyol),Kazuyoshi Miura(Genoa,D.Zagreb),Shniji Ono(Feyenoord,Bochum),Yoshikatsu Kawaguchi(Portsmouth,Nordsjælland),Shoji Jo(Valladolid),Akinori Nishizawa(Volendam,Espanyol,Bolton),Takayuki Suzuki(Genk,Red Star),Koji Nakata(Marsilya,Basel),Tsuneyasu Miyamoto(Red Star),Mitsuo Ogasawara(Messina),Seiichiro Maki(Amkar),Atsushi Yanagisawa(Sampdoria,Messina),Masashi Oguro(Grenoble,Torino),Yoshito Okubo(Mallorca,Wolfsburg),Hiroshi Nanami(Venezia),Toshiya Fujita(Utrecht),Kazuyuki Toda(Tottenham,Den Haag)

Halen Avrupa'da top koşturan Japon futbolcular;

Eiji Kawashima(Lierse SK),Tomoaki Makino(FC Köln),Yuga Nagatamo(İnter),Atsuto Uchida(Schalke),Michihiro Yasuda(Vitesse),Maya Yoshida(Venlo),Shinji Kagawa(Dortmund),Ryo Miyaichi(Arsenal),Daisuke Matsui(Grenoble),Yuki Abe(Leicester City),Akihiro İenaga(Mallorca),Hajime Hosogai(Leverkusen),Keusike Honda(CSKA Moskova),Makoto Hasebe(Wolfsburg),Takayuki Marimoto(Catania),Shinji Kokazaki(Stuttgart),Kisho Yano(Freiburg),Takahito Soma(Cottbus),Hiroshi Ibusuki(Girona Fc)

Bu transfer döneminde ya da önümüzdeki yıllarda Avrupa'ya transfer olabilecek Japon yetenekleri mercek altına alacağız.Ülkemiz takımlarıda bu isimleri görmeli ve Japon pazarına girmelidir.Başarısız İnamoto örneği kesinlikle baz alınmamalı.Dayanıklılıkları,çabukluk ve çeviklikleri sayesinde ligimizde son derece etkili olabilecek yeteneklere sahip Japon futbolcular.

Japon Pazarında Yeni Ürünler

Yuki Otsu

Takım: Kashiwa Reysol
Yaş: 21
Boy: 1.80
Mevki: Ofansif orta saha ve sol kanat


Yuya Osako

Takım: Kashima Antlers
Yaş:21
Boy:1.82
Mevki: Forvet


Mu Kanazaki

Takım:Nagoya Grampus
Yaş:22
Boy:1.80
Mevki: Sağ,sol ve ikinci forvet


Shinzo Koroki

Takım: Kashima Antlers
Yaş: 24
Boy:1.75
Mevki: Forvet


Mike Havenaar

Takım: Ventforet Kofu
Yaş: 24
Boy: 1.92
Mevki: Forvet


Tadanari Lee

Takım: Sanfrecce Hiroshima
Yaş: 25
Boy: 1.82
Mevki: Forvet

22 Haziran 2011 Çarşamba

Mário Figueira Fernandes

Fernandes,19 Eylül 1990'da São Caetano'da dünyaya geldi.Futbolada Associação Desportiva São Caetano başladı.2009 yılının Mart ayında 450.000 € bedelle Gremio'ya transfer oldu ve 5 yıllık sözleşme imzaladı.19 yaşında geldiği Porto Alegre'de psikolojik sorunlar yaşayan genç yıldız adayı,transferinden kısa bir süre sonra ortadan kayboldu.Birkaç gün sonra Sao Paolo'da ortaya çıkan Fernandes kısa süreli bunalımı atlattıktan sonra Brezilyalı teknik adam Paulo Autuori'nin gözüne girmeyi başardı.Gremio formasıyla ilk sezonunda Brasileiro Série A'da 19 maça çıktı.Stoper ve sağ bek bölgelerinde oynayabilen Fernandes bu maçlarda gösterdiği başarılı performanslarla Avrupa devlerinin hemen dikkatini çekti.Dedikoduların çıkmaya başladığı dönemde yapılan bir röportajda "bende haberleri duyuyorum ancak resmi bir teklif yok" dediyse de birçok farklı kaynakta M.United,Barcelona,R.Madrid,İnter ve Porto gibi takımların onunla ciddi şekilde ilgilendiği yazıldı.

İkinci yılınada iyi bir başlangıç yapan Fernandes bölgesel lig olan Campeonato Gaúcho'da 16 maça çıktı ve takımının şampiyon olmasında etkili bir rol oynadı.Yine aynı yıl Gremio,Copa Brasil'de yarı final oynadı ve Fernandes 8 karşılaşmanın 7'sinde forma giyerek takımına bu yolda da büyük bir güç kattı.Autuori'nin ayrılmasından sonra takımın başına geçen Silas'da ona güvendi ve forma vermeyi sürdürdü.2009'un son aylarında olduğu gibi 2010'un başlarında da Avrupa devlerinin gözü Fernandes'in üzerindeydi.Ancak yaşadığı büyük talihsizlik çıkışının daha fazla devam etmesine fırsat vermedi.Brasileiro Série A yeni başlamıştı ki sağ omuzunda yaşadığı sorun nedeniyle uzun süre tedavi görmek zorunda kaldı.Fizik tedavinin sonuç vermeyeceği anlaşılınca 2010 yılının Temmuz ayında bıçak altına yattı.Tam 4 ay sahalardan uzak kalan genç isim ligin sonlarına doğru Kasım ayında sahalara geri döndü.Fakat üçüncü yılında sakatlığı sonrası,kendisini yeni teknik adam Renato Gaúcho'ya kanıtlaması kolay olmadı.İkili arasında bazı sorunlar yaşandı ve Fernandes idman kaçırması nedeniyle para cezası aldı.Bir süre sonra Renato Gaúcho'nun gözüne girmeyi başarsa da Copa Libartadores maçlarında çok az süre aldı.Daha çok Campeonato Gaúcho'da forma giydi.Pes etmeyen Fernandes,Brasileiro Série A'nın başlamasıyla formasını tamamen geri almayı başardı.Ligde şu ana kadar oynanan 5 maçın tamamında 90 dakika görev aldı.Sakatlığı sonrası azalan ilgiyi tekrardan üzerine çekmesi ve Avrupa devlerinin radarına girmesi yakındır.Bonservisinin bir kısmı ROGON menajerlik şirketine ait.ROGON, Lincoln,Ernst,Hilbert,Fink,Selim Teber ve Moritz'in de menajerlik haklarına sahip olan şirket.Yani ülkemiz ile yakın ilişikiler içinde bulunuyor.Fernandes gibi yetenekli bir genç yıldız adayını kazara(!) Türkiye'de görmek ne güzel olurdu.

Gelelim vukuatlı nüfus kayıt örneğini çıkardığımız Fernandes'in özelliklerine; genç isim stoper ve sağ bek oynayabilen bir defans oyuncusu.1.89'luk sağlam bir fiziğe sahip.Dolayısıyla hava toplarında ve ikili mücadelelerde oldukça başarılı.Top kapma becerisi son derece yüksek.Özellikle ön sezileri ve çabukluğu sayesinde çok rahat top kazanıyor.Pozisyon bilgisi ve kademesi ortalamanın üzerinde.Fiziğine nispeten bir hayli atletik,hareketli,çevik ve süratli.Teknik kapasitesi bir savunma oyuncusundan beklenmeyecek düzeyde iyi.Driplingleri ve pasları çok etkili.Hem stoper olarak hemde sağ bek olarak büyük gelecek vaad ediyor.

Videolarda hem sağ bek hemde stoper oynadığı maçlardan görüntüler mevcut.






18 Eylül 2010 Cumartesi

"Hücum Meleği" Kadıköy'e doğru havalandı..!

Beşiktaş, Schuster'in önderliğinde çıktığı tüm maçlarda önde basan,hücum organizasyonlarını önplanda tutan,maçın başından sonuna kadar "gol" için oynayan takım hüviyetindeydi.Bugüne kadar oynanan hiçbir maçta rakibe ekstra önlem almayan,tamamen kendi futbolunu oynamaya endeksli bir takım izledik.Şu sıralar sıkça dile getirilen "Beşiktaş sağlam takımla oynamadı" sözüne az biraz hak veriyorum.Az biraz dememin sebebi "sağlam takımla oynamadı" argümanına katılışım,ama "sağlam takımla oynadığında tökezler" öngörüsüne katılmayışımdan kaynaklanıyor.Bu "sağlam" takım tanımına kısmen uyacak iki takımla maç yaptı diyebiliriz Beşiktaş.Biri İBB,diğeri CSKA Sofya.İBB maçının kaybedilmesinde başlıca faktörün oyun felsefesi değil kadro tercihi olduğu kanaatindeyim.Bobo,Guti,Necip,Zapo gibi sezonun has adamlarının olmayışı,Delgado-hemde çok koşması,sorumluluk alması,mücadele etmesi gereken bölgede- ,Erhan,Holosko,Nihat gibi yetersiz isimlerin bir arada sahada oluşlarıydı mağlubiyeti getiren asıl neden.Yine son oynanan CSKA Sofya maçınında bu kadar zor kazanılması teknik ve yaratıcılık vasıflarından yoksun bir hücum hattıyla sahada olunmasıydı.Yani doğru adamlar seçildiği taktirde Schuster'in bu önde basan savunmalı hücum takımı iş görür.Ancak, çarkın tüm dişlilerinin henüz kusursuz olarak işlemeye başlamadığı bir takımda savunmayı bu denli önde kurmak F.Bahçe deplasmanı için intihar niteliği taşıyor.Gelelim bunun sebeplerine;

F.Bahçe'nin hücum hattında Niang,Stoch,Dia gibi çok çevik ve çabuk oyuncular var.Bunlardan ziyade savunma arkasında oluşabilecek en ufak boşlukta araya zehiri salabilecek Alex ve Emre gibi iki ustaya sahip bir takım F.Bahçe.Orta alanları Beşiktaş'ın Aurelio,Ernst,Necip,Fink,Guti beşlisinden herhangi bir üçülünün oluşturacağı orta alana karşı koymakta çok zorlanacak olsada F.Bahçe deplasmanı bilhassa derbilerde tedbiri elden bırakmamanın gerektiği bir deplasman.Dolayısıyla Schuster oyun felsefesinde azda olsa bir değişikliğe gitmek zorunda.En azından savunmayı orta alana bu kadar yakın kurmayabilir.Ernst-Aurelio ikilisini birlikte oynatarak savunma ile orta alan arasındaki boşluğuda minimuma indirebilir.İkiside ligde savunma ile orta alan arasında en iyi köprü görevi gören oyunculardan.Savunmanın geriye çekilmesi sistemin temeli olan oyunu kısa mesafede oynamayı zorlaştıracak olsada Ernst ve Aurelio ikilisi bu sıkıntının oldukça az hissedilmesimi sağlayacaktır.Savunmayı önde kurma -futbol ulemalarına göre ofsayt taktiği- sorunsalı bu şekilde halledilebilir diye düşünüyorum.

F.Bahçe'nin muhtemel,Beşiktaş'ın oynaması gerektiğini düşündüğüm aynı zamanda muhtemele yakın sistem ve kadro seçimlerini yazalım;

F.Bahçe'nin eksileri ve artıları

Psikolojik yönden yaklaşırsak; F.Bahçe'nin mevcut kötü durumu bu maçta avantajada,dezavantajada dönüşebilir.Bu sezon ligde kendi seyircisinin önünde ilk defa maça çıkacak olması,futbol kamuoyu tarafından hem teknik heyetin hemde futbolcuların sürekli eleştirilmesi ve maçın derbi olması takımı ekstra motive edecektir.Ancak maçın gidişatı F.Bahçe adına iyi gelişmezse,Beşiktaş gol bulursa "boğazına kadar dolan" seyirci patlayabilir.

Teknik taktik açıdan bakacak olursak; Cristian-Emre,Selçuk-Emre,M.Topuz-Emre gibi ihtimallerin olduğu orta alanın ortasında Beşiktaş'a üstünlük kurması çok zor F.Bahçe'nin.Savunmanın ortasında da gözle görülür şekilde sıkıntılar mevcut.Aykut Kocaman'ın şuandaki en büyük dileği, Schuster'in savunmayı orta alana yaklaştıran sistemle maça çıkması olacaktır.Yazının başında da bahsettiğim gibi Alex ve Emre gibi çok iyi bitirici pas atan futbolcular,Niang,Stoch,Dia gibide savunma arkasına sızabilecek çabuklukta olan futbolcular önde basan savunmayı çok çok zorlar.F.Bahçe'nin iki bekininde teknik kapasitesi yüksek ve hücumu seven oyuncular.Quaresma'ya karşı oynamayacak oyuncu kendi kulvarını iyi kullanırsa maçın yıldızı bile olabilir.Quaresma'nın varlığı bekin oyuna rahat girmesini engelleyecektir.Ters kanatta oynaması muhtemel isimler -Tabata,Nihat,Holosko- rakip bekler için büyük tehdit unsuru oluşturacak yetenekte değiller.Savunmaya yardımlarıda malum.Bu yüzden onlardan birine karşı oynayacak bek iyi gününde olursa farkı yaratabilir.

Beşiktaş'ın eksileri ve artıları

Psikolojik olarak durum iyi gözüküyor.Üstüste gelen galibiyetler,seyirci ile olan güzel diyalog morallerin yüksek olmasını sağlıyor.Guti,Quaresma,Ernst,Aurelio gibi kilit noktada görev yapacak oyuncular tecrübeleri dolayısıyla Saracoğlu'nun atmosferinden çok fazla etkilenmeyeceklerdir.

F.Bahçe'nin İsviçre'de oynanan Yougn Boys maçının tamamında ve Yunanistan'da PAOK'un 10 kişi kaldığı ana kadar önde yediği baskı sonucu çok zor durumlara düştüğüne şahit olsakta üstüne basa basa yineliyorum Schuster alışıldık sisteminden kısmende olsa feragat etmek zorunda.Çünkü bu sistem en ufak pozisyon hatasında bile büyük tehlikelere yol açabiliyor.Çünkü henüz sistem tam anlamıyla oturmuş değil.Oturması içinde katedilmesi geren yollar var.Schuster, bir ay kadar önce "sistem yavaş yavaş oturuyor,artık futbolcular tam anlamıyla birbirlerini tanımalı,birbirleriyle ezbere pas yapmalı" gibilerinden bir söz etmişti.Son birkaç maçtır özellikle pas organizasyonlarında gözle görülür bir uyum olsada takım savunmasında hala sorunlar var.Rakip oyuncular ne kadar formsuz olursa olsun yakaladıkları açıkları değerlendirebilecek oyuncular.Beşiktaş'ın en büyük avantajı ise orta alanı.Guti,Aurelio,Ernst üçlüsünden oluşacağını düşündüğüm orta alan maçın kontrolünün Beşiktaş'ta olmasını sağlayacaklardır.Quaresma tartışmasız en büyük koz.Hem yetenekleri ve yaratıcılığı ile takımının hücum opsiyonu olacak hemde karşısında oynayacak G.Gönül'ü -maçın büyük bölümünde solda oynayacağını düşündüğüm için G.Gönül- fazla çıkartmayacaktır.

Maçı kontrol eden tarafın Beşiktaş olacağı kanaatindeyim.Golü ilk bulan takımın ise kesinlikle galip geleceğini düşünüyorum.F.Bahçe ilk golü bulursa zaten açık oynayacak Beşiktaş tüm tedbiri elden bırakır ve fark bile olabilir.Eğer Beşiktaş golü bulursa F.Bahçe seyircinin olumsuz tepkisiyle dağılabilir.Beşiktaş için geçerli olan golü yedikten sonra öne çıkma durumu F.Bahçe içinde geçerli ve bu durum F.Bahçe'yi Beşiktaş'tan daha çok etkiler.Çünkü F.Bahçe'nin hem stoperleri ağır ve tek hamleli hemde orta alanı önde basıp ısıracak kadar sert değil.Sonuç olarak klasik ama bir o kadarda doğru cümleyi söyleyip yazıyı bitirelim; derbilerin havası farklıdır,ne olacağı hiçbir zaman belli olmaz..!